Aynı zamanda anarşist serseri ve protestim
Ben onunla hep ciddi zamanlarda, iş ortamlarında karşılaştım. O Jülide
Ateş’ti. Hep güzel, hep asil, hem hanımefendi. Tescilli güzel.
Öyle böyle değil, dünyanın sayılı güzellerinden. Bir de üstüne, fevkalade
zeki ve çalışkan. Bir tespitim de mesafeli bir duruşu olduğuydu. İşte o
yüzden merak ettim, her zaman öyle biri mi diye. Bu kadının içinde
delirmiş bir serseri de yaşamaz mı acaba diye...
Çok kontrollü duruyorsun. Gerçekten de öyle misin?
- Duruma ve yerine göre değişir. Seninle daha çok iş ortamında
karşılaştık galiba. İş ortamımda kontrollü ve mesafeliyimdir.
O kontrolü kaybettiğin hiç olmaz mı?
- Olmaz olur mu? Kendi çevremde aşırı rahatım. İşteki Jülide’nin tam
tersi. Gülmeyi, eğlenmeyi çok severim. Dostlarımın yanında bariyerlerimi kaldırırım.
Kendini koruma duvarları mı onlar?
- Evet. Mesleğe çok erken yaşta başladım. 21 yaşında, Star Ana Haber bülteni okuyordum. Sonraki 16 yıl da, üç
büyük kanalda, böyle devam etti. Erken alınmış ağır bir sorumluluk. 19 yaşında ayağında patenlerle gezen kendi
halinde bir genç kızken, bambaşka bir hayata geçtim.
İzmir’den İstanbul’a taşındın değil mi?
- Taşındım çünkü Boğaziçi’ni kazanmıştım. Aynı zamanda iki kanallı Türkiye’nin önce televizyon yıldızı, ardından
da ana haber spikeri oldum. Bir de Türkiye güzeli. Uluslararası güzellik yarışmalarında derecelerim vardı.
Hayatım tamamen değişmişti. Nereye gitsem parmakla gösteriliyor, ne yapsam ilgiyle takip ediliyordum. İnsanlar
sempatiyle yaklaşıyordu fakat 20’li yaşlarını süren bir insan için bu çok sıkıcı bir hal almaya başlamıştı. Ablam
New York’ta yaşıyordu. Tatil oldu mu hemen onun yanına giderdim ve çok rahat ederdim. Tanınmamak, anonim
olmak ne büyük nimettir. O dönemlerde çok iyi öğrendim. Aynı zamanda o yıllardan kalma bir refleks oluştu
bende. Dış dünyayı tehlikeli algılıyordum. Bu da beni mesafeli ve korunaklı yaptı. Hâlâ ilk karşılaşmada hemen
ısınan bir tip değilim. Evet, soğuğum. Nemrut olduğum bile söylenebilir. Geç ısınır, geç soğurum. Hemen senli
benli olamam. İki dakika sonra “Ay ben seni çok sevdim” moduna geçemem. Zor severim, sevdiğimi de
bırakmam...
İzmirden aklında kalan ne?
- Jet sesleri, tatbikatlar, askeri otomobiller vs. Çünkü ben asker kızıyım, 2. Ana Jet Üssü’nde büyüdüm. Amerikan
üssüydü orası. Mimari yapısı, sosyal dinamikleri çok farklıydı. Çok güzel hatırlıyorum. Bir de sivil İzmir vardı.
Romantik, meltem rüzgârlı, ılık...
EŞİMLE ÜNİVERSİTEDE TANIŞTIK
Kendini şu hayatta kime teslim edebilirsin?
- Eşime, anneme, babama...
Bir gazeteciyle evlisin.
- Ya, tabii size göre gazeteci ama bana göre Emre (İskeçeli). 19 yaşından beri tanışıyoruz, önce arkadaşımdı
sonra eşim oldu. Birbirimizi Boğaziçi’deki öğrencilik yıllarından tanıyoruz. O zaman Emre gazeteci değildi.
Emre’ydi, şimdi de aynı benim için. Yani mesleğinden bağımsızdır. Sade, samimi, riyasız, iyi kalpli bir insan.
Benim yumuşak dokumu koruyan bir kabuk, bir sığınak...
Gazeteci eşi olmanın belalı tarafları?
- Haftada altı gün çalışıyor. Pazarları yok, yalnız olmak hoşuma gitmiyor. Onun dışında, ben kocamın mesleğine
çok saygı duyuyorum. Zaten bütün dostlarımız da gazeteci kökenli. Şikâyet edecek bir nokta yok. Bana sadece
gururu kalıyor.
“İyi ki bir gazeteciyle evlenmişim” demenin sebebi?
- Her konuda konuşabileceğim, bilgilenebileceğim bir hayat arkadaşım var. Hangi filmi seyredelim, hangi
tiyatroya, konsere gidelim, nerede yemek yiyelim... Emre hep güzel fikirlerle gelir. Ona teslim olup hem
İstanbul’u hem de tatilleri çok güzel yaşayabilirsiniz. Çünkü algıları açıktır hep. Çok okur, çok ilgilidir. Ha, bir de
her gün insanların elinde eşimin ve takım arkadaşlarının yaptığı gazeteyi görünce, itiraf edeyim için için gurur
duyuyorum.
Senin için hayattaki en önemli şey ne?
- Dengeli ve istikrarlı bir mutluluk...
Oğluna duyduğun aşkı, kocana duyduğun aşkı nasıl tanımlarsın?
- İkisi ayrı tabii. Emre bana oğlumuzu veren kişi. Can yoldaşım, en iyi arkadaşım. Beni çok güldürür. İyi tanır.
Güzel idare eder. Bu konuda çok akıllıdır. İyi niyetle hep yanımda olmuştur. Ona çok güvenirim. Oğlumuzsa
Allah’ın emaneti. Gözlerine bakarken bile içim titriyor. O aşk. Anlatılamaz ki, kelime yok...
Evde patron sen misin?
- Öyle oldu galiba. Bundan memnun muyum bilmiyorum ama öyle...
MAKYAJ YAPMAYI SEVMEM
Bazen çok hanımefendi göründüğün için rahatsız olduğun oluyor mu? “Benim içimde çok başka bir kadın da var”
deme ihtiyacı hissediyor musun?
- Evet hissediyorum. Diyorum da. Demek ki sana denk gelmemiş. Arkadaşlarım, içimdeki serseriyi iyi tanır ve
sever. Tek kişi değilim ben. İçimde hanımefendi güzellik kraliçesiyle, underground, anarşist, serseri ve protest
kişilikler iç içe...
Ne zaman çıldırırsın? Seni ne çıldırtır? Sesini yükselttiğin, küfrettiğin olur mu?
- Ben sulh insanıyım ya. Kavgayı sevmem, beceremem de. Salaklaşırım kavga sırasında. Gözüne ışık tutulmuş
tavşan gibi olurum. Söylemem gerekenleri söyleyemem. Aradan iki gün geçer, “Şunu niye demedim ki?” falan
derim. Hazır cevap değilimdir. İnsan kırmayı sevmem. Mümkünse konuşarak, efendice halledelim.
Çok güzel bir kadınsın. Bu güzelliği taşımanın zorlukları var mı?
- Aman efendim çok teşekkür ederim! Artık 40 yaşımdayım Ayşeciğim. Yani artık güzellik iddiasının tehlikeli
sulara girdiği yaşlar. Aslında enteresandır. Bende güzel kadın edası yoktur. Çünkü hiç şımartılmadım
büyütülürken. Yani “Güzel kızım” diye sevilmedim hiç. Annemler hep “Dersleri iyi, akıllı kızım” falan diye
okşarlardı başımı. Yani o 19 yaşında nasıl bir cesaret geldi de güzellik yarışmasına katıldım, hâlâ bilemem. Bende
güzellik kraliçesi ruhu da yoktur. Biraz ayrık otu gibiydim tüm yarışmalarda zaten. O edalı el sallamalar, anons
edilince ağlamalar falan olmadı bende. 18 yaşında katıldığım Lions gençlik kampının devamı gibi algılamıştım
olayı. Yabancı arkadaşlar olacaktı, sosyalleşecektik, kampa katılacaktık vs... Los Angeles’taki Miss Universe
yarışmasına gittiğimde, oranın bir izci kampı olmadığını anladım. Neyse... Gariptir, ilk 10’a kalan ilk Türkiye
güzeli oldum. Yine gariptir, orada ilk 10’a kaldım diye, organizasyon beni Londra’ya Miss World’e de yolladı.
Orada da ilk 10’a kaldım. Halbuki benden çok daha güzel kızlar vardı. Bendeki o ayrık otu ve müdanasız tavır, bu
dereceleri getirdi belki de bilemiyorum.
İnsan Türkiye Güzeli ve dünyanın sayılı güzellerinden biri olunca, bu bir sorumluluk haline geliyor mu? Ondan mı
haftanın beş günü spora gidiyorsun? Üzerinde “Hep güzel, hep şahane vücutlu olmam gerekiyor” gibi bir baskı mı
hissediyorsun?
- Yok ya. Spor kısmı işin en zevkli tarafı... Ben sporla büyüdüm. Küçükken lisanslı yelkenci ve basketbolcuydum.
Çocukluğum paten üzerinde geçti. Yemek yerken bile çıkarmazdım patenlerimi. Sonra tenis ve şimdi de fitness.
Evet, haftada beş gün hocayla çalışıyorum ama bunu keyif aldığım için yapıyorum. Bana zor gelen kısmı işin
kozmetik tarafı. Makyaj yapmayı sevmem. Günlük hayatımda beni sıkan şey bu oldu yıllarca.
Bu kadar ince ve fıstık olmana rağmen, protein barları, badem, fındık gibi faydalı şeyler atıştırıyorsun. Senin
sınırı aştığın, saçma sapan şeyler yediğin olmaz mı?
- Olmaz olur mu? Rahatsız olmayacaksan, gel sana kokoreç ısmarlayayım! Hem o hanımefendi görüntümü de
biraz silmiş olurum gözünde. Şaka bir yana, ben çok garip şeyler yerim. İğde, vişne kurusu, ışkın, ekşi kayısı
kurusu, taze hindistan cevizi çok severim...
21.00 YATMA ZAMANI
Ara vermiştin, tekrar televizyona başladın. En çok nesi hoşuna gidiyor?
- Şu anki çalışma ortamı herhalde. Ve tabii çalışma arkadaşlarım. Çok eski ve değerli arkadaşlarım var kanalda.
Bir de spor salonu yakın. Yani ben saat 11.00’de, işimi ve sporumu yapmış olarak güne devam edebiliyorum. Bir
de iş yerime 10 dakikada gitmek çok lüks.
Çok çalışkansın, mükemmeliyetçi olduğun için mi? Bu özellik, seni zorlamıyor mu? Yıpratmıyor mu?
- Bilmem, asker kızı olduğum için evimizde hep belli bir disiplin ve babamın havacılıktan gelen bir ‘check list’i
vardı. Başka türlüsünü bilmiyorum. Bir de ekrandasın. Yaptığın iş herkesin eleştirisine açık.
Kariyerinde ulaşmak istediğin yere ulaştın mı?
- Başarı tanımlarım değiştiği için ulaşamadım diyebilirim. Gençken daha hırslıydım. Büyük ideallerim vardı. Sonra
o büyük şeylerin aslında çok da büyük olmadığını gördüğüm noktada, kariyer ve mutluluk tanımım da değişti.
Biraz daha rahat davranıp pupa yelken gittim. Ama nihai hedef mutlu bir insan olabilmekse, evet başarılıyım.
Şimdi hayata nasıl bakıyorsun?
- 40 yaşındayım ve “carpe diem” diyorum. Yani “günü yaşa”. Her gün kıymetli, her gün önemli. Anlarımı daha
değerli kılacak küçük hedeflerim var artık. Dostlarla yenen güzel bir yemek, hoş bir sohbet, yeni şeyler
öğrenmek, şaşırmak ve şaşırtmak, sürprizler var artık. Oğlumun kahkahası, eşimin dostluğu...
Günü nasıl yaşıyorsun? Ne kadar planlısın?
- 03.00 kalkış. 04.00 şirkete gidiş. 04.30 akış toplantısı. 07.00 canlı yayın, ‘Bugün’ başlıyor. 09.00 yayın biter.
09.30 yayın sonu toplantısı. 10.30 spor. 12.00 eve geliş, yemek ve bir buçuk saat öğle uykusu. Sonrası, oğluma,
bana ve sevdiklerime ait... 21.00 yatma zamanı!
Bir sürü insan, “Yüzünde bir farklılık var, yüzüne bir şey mi yaptırmış?” dedi. Yaptırdın mı?
- Zamanında ben de botoksu denedim. Ama kötü durdu, yakışmadı. Uzun bir süredir hiçbir şey yaptırmıyorum.
İfademi geri kazandım, o iyi geldi. Onun dışında pek özel bir şey yapmıyorum. Ciddiyim, yaptırsaydım söylerdim.
MUTLULUK KAREMİZ AYAKLARIMIZIN DEĞDİĞİ AN
Annenden öğrendiğin en önemli şey?
- Kendi ayaklarımın üzerinde duran bir kadın olmayı. Kimseden bir şey beklememeyi. Dik durmayı.
Babandan öğrendiğin en önemli şey?
- Mütevazı olmayı, asla kibirlenmemeyi...
Oğlunu yetiştirirken öğretmeye çalıştığın en önemli değer ne?
- İnsan üzmesin. Başkasının özgürlüğünün başladığı yerde, kendi özgürlüğünün biteceğini bilsin, saygı göstersin.
Mutlu bir insan olmayı başarabilsin. Baz alacağı tek rehber, kendisi olsun. Kendisine kendisi ayna tutabilecek
kapasiteye gelsin. Başkalarının sübjektif ayna kırılmalarında kendini aramasın. Kendini, kendi bilsin. Gerisi de
önemsiz olsun onun için.
Anne-baba-çocuk mutluluk kareniz...
- Aramızda Ali, hepimizin ayaklarının birbirine değdiği an.
Yorum Gönder